26 Eylül 2008 Cuma

çöpler ve ben

atıklara olan tutkunluğum çocukluğuma dayanıyor aslında.her şey biçimsiz taşları küçük ev aletlerine benzetmemle başlıyor.
ne raddeye ulaşmış hayal dünyam bir bakalım:


emek sarfederek bir şeyi elde etmek, onu işleyip ürün haline getirmek, işler hale getirip tüketmek yetmiyor aslında. gözümüze çarpmayan sevimsiz ayrıntılar var.
bunlar çoğunlukla "fazlalıklar" oluyor. havuç kabuğu oluyor, tutkal artığı oluyor, sigara izmariti oluyor, kirlenmek güzeldir fırsatçılığıyla pislenmiş bir tulum oluyor... sonra hepsi birleşip nahoş bir koku eşliğinde "görüntü kirliği"ni gözler önüne seriyor.







orta derecede konforlu araçlarımız içinde yanlarından geçerken suratlarımızı buruşturuyoruz. "öfff bu koku da ne!"ler başlıyor, ardından, baş parmak ve işaret parmağı arasında burnumuzun delikleri tıkanıveriyor. huzurumuzu kaçıran bu görüntü-koku ikilisi kimimizin aklına "evden çıkarken çöpü çıkarmış mıydım acaba?" sorusunu getiriyor. bu kararsızlığın verdiği huzursuzlukla orta derecede konforlu aracın camları daha bir pis, koltukları daha bir rahatsız geliyor. yeşil ışık yanmak bilmiyor, zaten sağdaki aracın şoförü ehliyeti bakkaldan almış...

bu insan için kırmızı ışık her daim (beyninde) yanıyor.


öyle sanıyorum ki, görmeye tahammül edemediğimiz çöplerin ayaklanıp bizi yutacağı güne kadar beslemeye devam edeceğiz. tıpkı bir insan gibi:
- al bakalım biraz daha teneke.
-a, senin tabağın bitti mi? biraz daha patates kabuğuna ne dersin?
-sen gelişme çağındasın biraz daha ıspanak kökü yiyeceksin! topraklarını ayırma bakayım vitamin onlar...
-hadi bakalım kaşık kaşık!
-mavi torbadan çıktı bunlar.
-yavrum iyice sıyırsana,
eti kemiğinden ayırsana!
vs vs..


bilmemkaç metre karelik o alanlardan yayılan iğrenç kokular, kokunun şiddetinden de olsa gerek, kimimizin aklında ampulleri yandırıyor. bir makine düşünüyorum. mesela şöyle bir şey;


bu bir buğday sasörü.



charlie'nin çikolata fabrikası'ndaki makineler gibi, sistematik bir kurulum gerekiyor. bir miktar çöpümüzü ilerleyen zemin üzerine bırakıyoruz. o sırada altın gümüş gibi değerli madenleri çeken mıknatıslar giriyor devreye. (bu mıknatıs fikri ismail hoca'ya aittir.) çöpün içinde ne işi var altının gümüşün diye soranlara, en basitinden, elektrikli süpürgelerle çekilen küpe arkalarını örnek
gösteriyoruz.

mıknatıslardan sonra devreye pil, bozulan kumanda, tuşları basmayan hesap makinesi gibi atıkları toplayan bir kol giriyor. plastikleri ve camları nasıl olsa(!) ilgili çöp kutularına atığımız için ayriyeten bir organ gerekmiyor.

işe yaramaz hale gelen atığımızı posa haline getirip gübreye benzer bir biçime soktuktan sonra dönüştürme işlemini sürekli kılıyor ve görüntü-çevre-hava kirliğini önlemiş oluyoruz.


"derken kötü kalpli cadı ölüyor, prensle prenses sonsuza dek mutlu yaşıyorlar..."

ya ya...

2 yorum:

woundheir dedi ki...

bundan sonra çöplere çok daha farklı bir gözle bakacağımdan emin olabilirsin..

eucalyptus dedi ki...

inanıyorum canım=)